Salı, Aralık 27, 2011

kahve hakkında..


Bilinen tarihe göre kahve ilk olarak 10. yüzyılda Etiyopya'nın Kaffa yöresinde keşfedildi. Kaffa kelimesinin Arapça karşılığı "kahvah"dır. Kahve çekirdekleri aslında bir çeşit meyve oldukları için farklı yöntemlerle şifa bulma niyetiyle tüketiliyordu . Bu sebepten halk arasında adına "Sihirli Meyve" adı verildi. Uzun bir süre kahve çekirdekleri kaynatılıp içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanıldı. Süre gelen 300 yıl boyunca farklı yöntemlerle içilmeye devam edildi.
Kahvenin literatürdeki asıl ismi Coffee Cherry'dir

14. yüzyılda Yemen'de ateşte kavrulan kahve çekirdekleri ezilerek toz haline getirildi, sonra kaynatılarak içime sunuldu.  Bu haliyle çok beğenildi  ve tüm kıtaya yayıldı. İklimin ve toprağın da elverişli olması kahvenin bu coğrafyada çok iyi yetişmesini ve hasatın verimli olmasını sağladı.

Kahve artık Yemen'li Arapların evlerinde hazırlayıp içtikleri ve misafirlerine ikram ettikleri geleneksel bir içecek haline gelmişti.

Kahveyi İstanbul'a getiren ilk kişi ise Özdemir Paşa'dır. Özdemir Paşa aynı zamanda Yemen Valisi idi.

Osmanlı'nın kahve ile tanışması 1543'de oldu.
Kanuni Sultan Süleyman


Yemen valisi Özdemir Paşa Yemen'den İstanbul'a her dönüşünde beraberinde yüklü miktarda kahve getirmektedir. Neden bu kadar çok kahve getirdiğini merak eden dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman Özdemir Paşayı huzuruna çağırır ve ona bunun nedenini sorar. Özdemir Paşa ise tadına bakması için Sultan'a kahve hazırlar. Kahvenin tadını çok beğenen padişah tez zamanda saraya yüklü miktarlarda kahve getirtilmesini emreder.



Kahve sonradan saraya girmesine rağmen kısa sürede sarayın vazgeçilmezi olur. "Kahve" adını da sarayda alır. Saray görevleri arasına "kahvecibaşı" adında bir de rütbe eklenir. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Kahvecibaşı o denli önemli bir mevkiydi ki, Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlanır.




Saraydan sonra ilk önce zenginlerin ardından da sıradan halkın sofralarına girer kahve. Tadını merak eden herkes kısa sürede bu lezzetin tutkunu haline gelir.



O dönemde İstanbul'lular Yemen'den getirtilen kahve çekirdeklerini önce ateşte kavrup sonra da dibeklerde dövüp cezvelerde pişirip içiyorlardı.

İstanbul'a gelen Venedik'li tacirler çok hoşlandıkları kahveyi 1615 yılında İtalya'ya götürürler. Orada da çok ilgi görür. Oradan diğer Avrupa ülkelerine yayılır. Gittiği her ülkede kahve tutkunu haline gelir insanlar. Hal böyleyken Osmanlı 1615 yılı itibariyle Avrupa'ya İstanbul'dan kahve ihraç etmeye başlar.

Kahve başlangıçta bir Müslüman içeceği olduğundan Papa Clement VIII tarafından "tasdik edilinceye" kadar Avrupa'da kabul edilmesi bira zor olmuştur.

Pek çok Avrupalı için kahve sosyal hayatın değişmez bir parçasıdır.

Kısa sürede bir çok ülkeye yayılır kahve ve yetiştirilmeye de gayret edilir. Çok azı hasat etmeyi başarır çünkü toprak, aldığı su, güneşlenme zamanı, nem ile birlikte kahvenin tadını ve aromasını değiştirmektedir. Eğer kahve yanardağın eteğinde yetiştiriliyorsa kül kokuyor. Meyve ağaçlarının gölgesinde yetişiyorsa daha aromatik bir tadı oluyordu. 
Dolayısıyla ideal konumundan dolayı Brezilya kahve üretiminde dünya birincisidir. Onu Vietnam ve Kolombiya takip eder. ABD'nin yıllık kahve ihtiyacının büyük bir bölümünü Brezilya karşılamaktadır. ABD ise kahve tüketiminde uzak ara dünya birincisidir.

Amerika Birleşik Devletleri'nde bu kadar çok kahve tüketilmesinin sebebi ise, 1773 yılında İngilizler'in Kuzey Amerika kolonilerine koyduğu ağır vergilerdir. O yıllarda Amerikan halkı önemli miktarda Thomas Lipton adlı bir İngiliz'in çayını tüketmekteydi. İngiliz'lerin ağır vergilerini protesto etmek üzere çayların gemiden aşağıya atıldığı tarihi "Boston Çay Partisi" 'nden beri Amerika önemli bir kahve içiciler ulusu olmuştur. Çay değil kahve içmek bir anlamda vatansever davranış haline gelmiştir.

Popüler kahve çeşitleri




Kahve Türleri

Arabica bilinen en eski kahve türü olup 1000-2000 metre yükseklikte yetişir. Arabica ağaçları yaklaşık 5 kg meyve verir ki bundan 1 kg kahve çekirdeği elde edilir. Robustaya kıyasla Arabica çekirdekleri daha büyüktür, daha az kafein içerir, daha güzel tat verir. Aynı zamanda kafein oranı daha düşüktür.
Coffee Arabicca
Dünya kahve üretiminin yaklaşık %70’ini Arabica oluşturur. Don ve hastalıklara karşı koruması çok daha zor olduğundan yetiştirilmesi maliyetlidir ve dolayısıyla daha pahalıdır.


Aynı zamanda Canephora olarak da bilinen Robusta adından anlaşılacağı gibi sağlam bir yapıya sahiptir, hava değişimlerine ve hastalıklara karşı Arabica’ya göre çok daha dayanıklıdır. Fakat Arabica kadar iyi bir tadı ve aroması yoktur. Dünya kahve üretiminin yaklaşık %30’unu Robusta oluşturur.
Coffee Robusta

Fiyatı Arabicaya göre daha düşüktür. Robusta genelde instant (çözünebilir) kahvelerde ve karışımlarda kullanılır. Deniz seviyesinden 700 metreye kadar yüksekliklerde yetişen Robusta en çok Vietnam, Batı ve Orta Afrika, Güneydoğu Asya ve Brezilya’da yetişir. Brezilya’da yetişen Robusta kahveye Conillon adı verilir. Robusta kahvelerin tamamı kuru işlemden geçirilir. Arabicaya göre verimi biraz daha yüksektir.


Pazartesi, Aralık 19, 2011

OBEZİTE VE SAĞLIKLI BESLENME

İnanması güç ama gerçek; 2010 yılı içinde yaklaşık 700 bin insan obezite ile ilgili hastalıklardan hayatını kaybetti.
Obezite gelişen ve büyüyen dünyadaki en önemli sağlık sorunu olmakta ve bununla beraber genellikle insanların pek umursamadığı ciddi bir rahatsızlık şeklidir.

Obezite hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde hızla yayılıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün raporuna göre; dünyada 400 milyonun üzerinde obez ve yaklaşık 1.6 milyar kadar da aşırı kilolu insan bulunuyor. Yapılan bir araştırmaya göre aşırı şişman insanlar kendi durumlarını sağırlık, körlük veya dilsizlikten daha kötü bir durum olarak tanımlamaktadırlar.







Vücuttaki yağ oranlarının istenen değerlerin üzerine çıkmasıyla tanımlanabilen obezite rakamları son yıllarda daha da vahim bir tablo çizmeye başladı. Örneğin 1992 yılından bu yana Çin'de obezite görülme sıklığı üç katına ulaştı. Bunun sebebi global fast food markalarının ülkede çoğalmaları ve batının yeme içme alışkanlıklarının yaygınlaşmasıdır. En yağlı ülkeler listesinde üst sıralarda Güney Pasifik ülkeleri yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün araştırmaları bu bölge insanlarının güzelliği şişmanlıkla tanımladıklarını ve eskiden daha çok tarımla uğraşanların teknolojik gelişmelere bağlı olarak artık daha az fiziksel aktivite yaptıklarını gösteriyor.
sağlıklı bir yaşam için sık sık su için..















Sağlıksız beslenmeyle ilintili olarak, ömürlerinden; ortalama kadınlardan 7 yıl, erkeklerden ise 12 yıl gitmektedir.





Sağlıklı ve uzun bir yaşam için neler yapmak gerek?

1- Bol su içmek.
2- Gece yemek yememek.
3- Yağlı yiyeceklerden ve tatlılardan uzak durmak.
4- Düzenli egzersiz yapmak.
5- İşlenmiş veya rafine edilmiş yiyeceklerden uzak durmak.
6- Sıklıkla taze sebze ve meyve tüketmek.
7- Günde en az 2 porsiyon süt veya süt ürünü gıda tüketmek.
8- Alkol ve tütün ürünlerinden uzak durmak.
9- Yeterince uyumak.
10- Düzenli olarak yemek yemek.




Aylara göre tüketilmesi gerekenler;
(kaynak: ntvmsnbc.com)

OCAK

Balık: Kefal, tekir,kırlangıç, strongilos, levrek, morina, yengeç, yılanbalığı, karides
Sebze: Kereviz, lahana, brüksel lahanası, brokoli, havuç, pırasa, ıspanak, pazı, karaturp, kırmızı turp
Meyve: Elma,nar, portakal, armut, ayva, greyfurt

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Sebze ve et suyu ile hazırlanmış çorbaları sofranızdan eksik etmeyin. Hareketsiz geçen soğuk kış günlerinde çorbalar bağırsak sistemini düzenler. Soğuk havalarda vücuda direnç veren balık ve baklagiller de en çok tüketilmesi gereken besinlerden.

ŞUBAT

Balık: Uskumru, istavrit, lüfer, palamut, tekir, kefal, kalkan, gümüş balığı, midye, istakoz, somon, dil balığı.
Sebze: Brokoli, brüksel lahanası, karnabahar, pazı, hindibağ, ıspanak, pırasa, pancar, defneyaprağı, havuç, frenk soğanı, turp.
Meyve: Elma, portakal, muz, armut, greyfurt, ayva.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kansere karşı etkili lahanagilleri (lahana, brüksel lahanası, karnabahar ve brokoli) sık sık yiyin. Bol betakaroten içeren havu ile salata, zeytinyağlı yemek veya havuç suyu hazırlayın.

MART

Balık: Levrek, kalkan, kefal, tekir, midye.
Sebze: Ispanak, havuç, pırasa,kırmızı turp, brokoli.
Meyve: Elma, muz

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Mart, yaza hazırlık ayıdır. Hafif beslenmeye ve diyet yapmaya başlamanın tam zamanıdır. Mart, aynı zamanda ilkbahara geçiş ayıdır. Bu nedenle hafif bir o kadar da direnç verici besinleri tüketmeye özen göstermek gerekir. Balık, ızgara et, sebze ve meyveler bol tüketilmeli.

NİSAN

Balık: Kalkan, kılıç, kırlangıç, tekir, barbunya, mercan, kayabalığı, midye.
Sebze: Taze soğan, tazesarımsak, kuşkonmaz,taze kekik, bakla, marul.
Meyve: Can erik

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kuzu etinin en taze ve lezzetli zamanı. Bu aylarda et olarak kuzu etini tercih edin. Sütlü hafif tatlılar pişirin. Sabah kahvaltısında ve geceleri yatmadan önce bir bardak süt için. Hafif ama sağlıklı beslenerek ve açık havada düzenli yürüyüşler yaparak fazla kilolarınızdan kurtulabilirsiniz.

MAYIS

Balık: Barbunya, ıstakoz, levrek, tekir, kılıç, kırlangıç, dilbalığı, iskorpit, pavurya, karides.
Sebze: Enginar, bakla, madımak, semizotu, papatya, ebegümeci, domates, salatalık.
Meyve: Çilek, yeşil erik, malta eriği, dut.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Çilek kısa ömürlü bir meyve. İçeriğindeki zengin vitamin (özellikle C vitamini) ve mineraller sayesinde ani enerji verip, geçiş mevsiminde ortaya çıkan yorgunluk belirtilerini giderir.

HAZİRAN

Balık: Mercan, levrek, barbunya, tekir, pavurya, ıstakoz.
Sebze: Enginar, taze patates, taze fasulye, bakla (ayın ortasına kadar), bezelye, kabak, sivribiber, domates, salatalık, kuzu ıspanak, semizotu, rezene, marul,üzüm yaprağı, taze soğan, tazesarımsak, dereotu, dolmalık biber, çalı fasulyesi.
Meyve: Kiraz, yeşil erik, malta eriği, kayısı, şeftali, dut.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kısa ömürlü dut ve kirazı bu ayda bol bol tüketin. Her ikisi de zengin vitamin ve mineral kaynağı.

TEMMUZ

Balık: Sardalya, barbunya, tekir, ıstakoz, böcek, pavurya.
Sebze: Domates, salatalık, bezelye, dereotu, kum havucu, taze fasulye, kuzu ıspanak, kabak, patlıcan, semizotu, sivribiber, dolmalık biber, çalı fasulyesi, barbunya fasulyesi.
Meyve: Kayısı, şeftali, kavun, sarı erik, karpuz, ahududu, vişne.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Semizotu, balıktan sonra en çok omega-3 içeren sebze. Vücut tarafından üretilmeyen bir yağ asidi olan Omega-3, kalp hastalıklarına, zihinsel karışıklığa ve bunamaya karşı ekili.

AĞUSTOS

Balık: Çingene palamudu, mercan, kılıç, sardalye, izmarit, ıstakoz.
Sebze: Domates, salatalık, patlıcan, dolmalık biber, çarliston biber, sivribiber, taze fasulye, barbunya fasulyesi, kabak, mısır, kırmızı salçalık biber.
Meyve: Kayısı, kavun, kırmızı erik, şeftali, vişne, böğürtlen, karpuz, incir, mürdüm eriği, üzüm.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Yaz meyve ve sebzelerinin en olgun zamanı. Meyveleri bol yiyin. Bunun yanısıra balık, zeytinyağlı sebze, hafif soslu makarnaları günlüköğünlerinize paylaştırın.

EYLÜL

Balık: Palamut, lüfer, kılıç, sardalye, kolyoz, kırlangıç.
Sebze: Mantar, patlıcan, mısır, pazı, biberiye, barbunya fasulyesi, kabak, dolmalık biber, kırmızı salçalık biber.
Meyve: Mürdüm eriği, fındık, kavun, karpuz, incir, üzüm.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Eylül, kışa hazırlık ayıdır. Vücudu soğuk mevsime hazırlamak gerekir. Bol balık, sebze, meyve ve makarna gibi enerji verici karbonhidratlar ağırlıklı beslenin. Mürdüm erik ve fındığı hergün belli bir miktar tüketmeye özen gösterin.

EKİM

Balık: Pamatu, lüfer, istavrit, barbunya, kılıç, mercan, sardalye, torik.
Sebze: Mantar, fındık, ceviz, ıspanak, yerelması, pırasa, lahana, kıvırcık salata, kırmızı turp, karnabahar, havuç.
Meyve: Armut, ceviz, üzüm,elma, greyfurt, mandalina, muz.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Ekim ayında omega-3 içerikli cevizin tam zamanı. Cevizi bu aylarda bol bol tüketin. Ayrıca mantarlı nefisyemekler pişirebilirsiniz. Mantar, balık, et ve sebzelere çok yakışır. Mantarı ızgarada üzerine peynir serperek pişirip kahvaltıda da yiyebilirsiniz.

KASIM

Balık: Mezgit, ringa
Sebze: Balkabağı, kabak, lahana, kereviz, pırasa, yeralması, havuç, ıspanak, karnabahar, pazı.
Meyve: Ceviz, kestane, üzüm, elma,muz, mandalina, nar, armut, kivi, greyfurt, Trabzon hurması.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Kasım ayında balkabağından bol bol yararlanın. Çorbası, tatlısı ve pastası ile nefis lezzetler hazırlayabilirsiniz. Balkabağını ayrıca etli sebze yemeklerine de ilave edebilirsiniz. İçerdiği bol betakaroten sayesinde kansere karşı etkili bir sebze.

ARALIK

Balık: Yengeç, pavurya, levrek.
Sebze: Balkabağı, lahana, yerelması, pırasa, brüksel lahanası, karnabahar, ıspanak, kereviz, havuç, pazı, kara lahana.
Meyve: Elma, mandalina, portakal, nar, armut, muz, kivi, kestane, greyfurt, ayva, Trabzon hurması.

Bu ay sofranızdan eksik etmeyin:
Soğuk algınlığı hastalıklarına yakalanmamak için sağlıklı beslenin. Portakal veya greyfurt suyu için. Ispanak, baklagil, et, yoğurt, muz,elma ve kuruyemişleri bol tüketin.

Pazartesi, Aralık 12, 2011

Tango


tutkulu, duygusal, asil ve kışkırtıcı..

Melankoli'nin dansı olarak ün yapmış olmasına rağmen, Tango aslında bütün bu duyguları ve daha fazlasını içinde barındıran bir dans türüdür.

1800'lü yıllarda işçi sınıfından birçok kişi, büyük umutlarla Fransa’dan, İtalya’dan, Macaristan’dan, İspanya’dan ve Portekiz’den; Güney Amerika'ya göç etmiştir. Yabancı oldukları bir kıtada yaşanan, başta ekonomik ve sosyal sıkıntılar, beraberinde hayal kırıklıklarını getirmiştir.

O dönemin alt sınıfı olarak tanımlanan ve toplum içinde kendine yer bulamamış bu insanlar; umutlarını, hayal kırıklıkları ile geçmişten gelen kültürlerini harmanlayarak dans etmeye başladılar ve bu dansa Tango adını verdiler. 



Boenos Aires’deki kadın nüfusunun azlığı, beraberinde fahişeliği gelişen bir endüstri haline getirmişti. Böylelikle genelevler artarak kısa sürede işçi sınıfının eğlence mekanları halini almıştır. Bu mekanlarda da kadın sayısının az olması kapılarda uzun kuyruklar oluşmasına neden olurken, sırada bekleyen erkekleri eğlendirmek için küçük Tango müzik grupları çalıştırılmaya başlanmıştır. Genelev mekanları fakir kesimin yanı sıra orta ve daha üst kesimin de uğrak yeri olmuş her iki kültür burada birbirlerini tanımıştır. Böylelikle alt kesimin sokakta yarattığı Tango üst kesim tarafından bu mekanlarda tanınmıştır.




"Tango" kelimesini Afrika kökenli olduğu düşünülmektedir ve "buluşma yeri" veya "özel yer" demektir. Ancak bu Tango'nun da Afrika kökenli olduğu anlamına gelmez. Küba'daki Habanera, İspanya'daki Contradanza ve Afrika-Arjantin kökenli bir dans olan Candombe, Tango'nun doğuşunda etkili olmuşlardır; ancak bu dansların hiçbirisi Tangoyu Milonga kadar etkilememiştir.



Milonga; bir müzik türünün ve o müzikle yapılan dansın adıdır. Tango ve Mlionga her ikisi de aynı kökten gelirler. Milonga'ların marşa benzeyen bir ritmi vardır ve tatlı, kalbi yumuşatan bir duygu verirler. Milonga sözü aynı zamanda herkesin gece giysileriyle gittiği tango kulüpleri için de kullanılır. Buralarda belki de eski moda sayılabilecek görgü kuralları hala geçerlidir.




Dans pistinde nasıl davranılır?

Dans pisti ne kadar kalabalık olursa olsun çiftler birbirlerine çarpmaz. Tangoyu ilerletmek demek, en azından bir adımın ortasında hem kendinizin hem de eşinizin yönünü yumuşak bir hareketle değiştirerek çarpışmayı önlemek demektir. Ayni zamanda hareketlerinizi de kısaltabilmelisiniz. Kalabalık bir dans pistinde, kalabalık sizin dansınız biçimlendirir. Yaratıcılığınızı kullanmalısınız. 
Tango, Milonga ve valste çiftler dans pistinde saat yönünün tersinde hareket ederler. Bazı kulüplerde çiftlerin dans pistinin çevresinde dış bir halka daha oluşturarak dans ettiğini görebilirsiniz. Burası daha uzun bir çizgi üzerinde dans ettiğiniz ve yalnızca bir yönden size çarpabileceklere dikkat etmeniz gerektiği için daha çok tercih edilen bir yerdir. Eğer dış çemberde bir yer edinirseniz, onu kaybetmemek için ne çok hızlı ne de çok yavaş dans etmemeye özen göstermelisiniz. Bütün tango adımları bir milongada yapılmaya elverişli değildir. Yaratıcılığınızı kullanırken, diğer çiftleri rahatsız etmeyecek figürleri seçmelisiniz. 
Dans edenleri izleyerek de birçok şey öğrenebilirsiniz. Dans edenleri seyrederken, her çiftin müziği nasıl kendilerine göre yorumladığını görebilirsiniz. Dansa davet Kadınlar için de, erkekler için de, dansa davet etmenin eski moda yolu, salonun öbür ucunda da otursa, tanıdığınız biri ya da bir yabancı da olsa, bakışlarınızı dans etmek istediğiniz kişiye çevirmektir. Göz göze geldiğiniz anda bu dansa davettir. Bir gülümseme ya da bas eğme ise daveti kabuldür. Erkek kalkıp kadının masasına doğru gider. Kadın onu pistin kenarında bekler. Bir an karşılıklı dururlar ve sarılarak dansa başlarlar.






Buenos Aires'in varoşlarındaki hayat tecrübesinin doğurduğu Tango, mütevazi günlerini geride bırakarak sonraları Paris'in yükek sosyete mekanlarına kadar yükseldi, ancak Tango'ya hayat verenlerin gözünde varoş barları, onun gerçek evi olmaya devam etti.





Cumartesi, Aralık 10, 2011

Renklerin insanlar üzerindeki etkileri

Renklerin insan üzerindeki etkileri vardır, bu farkında olmadığımız bir durumdur ve çoğu zaman bunu anlamayız bile. Kimi renk insanı mutlu eder kimisi kederlerlendirir durduk yere, bazıları heyecanlandırır bazıları sakinleştirir. Hepsinin etki alanları birbirinden çok farklıdır.

Belki inanmak size zor gelebilir ancak birileri bu olayın farkında ve bunu çok iyi kullanıyorlar. Renklerin insan davranışını ve psikolojisini önemli ölçüde etkilediği bilindiğinden bir çok kişi veya kurumun en önemli pazarlama ve insanları yönlendirme aracıdır.

Ancak insan gözünün ışık ve rengi algılayan ağ tabakasının görme sinirleri vasıtasıyla bunu beyne ilettikten sonra beyinde bu durumun nasıl fizyolojik etkiler yarattığı henüz açıklanamıyor.

Kırmızı: Etkisi en çok bilinen yaygın bir renktir. Tansiyonu yükseltir ve kan akışını hızlandırır. Çoğu spor araba kırmızıdır. Levi's, Lee Cooper, Diesel, Nike, Puma gibi ve daha bir çok gençliğe hitap eden firmalar logo ve reklamlarında kırmızı rengini belirgin bir şekilde kullanır. Bunun nedeni  kırmızının adrenalin etkisi yaratmasıdır.

Kırmızı iştah açar. Burger King, Mc Donalds, Coca Cola, Ülker, Eti.. Bütün kasaplar istisnasız kırmızı tabelaya sahiptir. Bir çok süpermarket logoda veya reyon raflarında mutlaka kırmızı kullanır.

Kırmızı doğa içinde çok belirgin bir renktir. Yakından çok dikkat çekmesine rağmen, uzaktan hiç fark edilememektedir. Bu yüzden şehirler arası otoyollarda uyarı levhalarının hepsi ya mavi olur ya da yeşil. Amerika'da ve bazı Avrupa ülkelerinde gökdelenlerin üstüne konulan uçaklar için uyarı ışığı genellikle mavi renk olur.

Yeşil: Rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisi vardır. Kasaplar, dükkanlarında kırmızıyı kullanırken, yeşili hiç kullanmazlar. Yeşil vejeteryanlığı temsil eder. Yeşil belki de doğanın kendisidir. Yeşil güven verir. O yüzden bankaların logolarında en çok tercih ettikleri iki renkten birisidir. Yatak odası için de rahatlatıcı bir renktir. Yaratıcılığı körükler.

Sakız kutularının bazıları yeşildir. Manav dükkanlarının tabelası yeşildir. Tabiatı en iyi hatırlatan renktir. Yeşil bir alanda insan kendisini iyi hisseder genellikle, başı ağrımaz, midesi bulanmaz. Bunun nedeni belki de kendisini bilinçaltında doğa ya ait hissetmesinde yatar.

Yeşil aynı zamanda zararlı bir renktir de. Yeşil rengine uzun süreli bakıldığında gözdeki iki hücreyi öldürüyor ve başka tarafa baktığınızda diğer renkleri algılamanız geçici olarak yok oluyor. O yüzden yeşil rengin araba göstergelerinde pek kullanılması tavsiye edilmez.

Siyah: Siyah, gücü ve tutkuyu temsil eder. Hırsın da bir ifadesidir. Bizde ve batıda siyah matemi simgelerken, Japonya'da mutluluğun simgesidir. Fonda kullanıldığında karamsarlığı çağrıştırır. Işığı yok eder. Siyah konsantrasyonu en çok getiren renktir. Einstein konsantre olabilmek için perdeleri siyah, gün ışığı olmayan bir odaya girer ve öyle düşünürmüş. Cool veya marjinal görünmek isteyen pek çok kişi siyah giyinir.

Resmiyeti çağrıştırır. Devlet kurumlarının araçları siyahtır, makam araçları siyahtır, filmlerdeki ajanlar genelde siyah giyinir. Özel korumalar siyah takım elbiselidir her zaman. Bunun nedeni bir çeşit savunma içgüdüsünden kaynaklanır. Siyah karşıdan gelen herhangi birine" benden uzak dur" deme şeklidir.

Turuncu: Portakal rengi, çabuk dikkat çeker. Eğer bir ürün ve markada ise bu ürün herkes için imajını verirsiniz. İnsanlar o kapıdan içeri rahat girebileceklerini hissederler. Portakal rengi bulunduğu grubu sayıca çok gösterir.

1974 dünya kupasında Hollanda milli takımının başında olan Ernst Happell "Bu turuncu formalarla biz sahada rakip takımdan daha fazla sayıda görünüyoruz" demişti. Gerçekten de bayraklarında turuncu renk olmamasına rağmen, kraliyet rengi olduğu için hep portakal rengi formalarıyla sahaya çıkarlar ve televizyon görüntülerinde daha kalabalık görünürler.

Mor: Nevrotik duyguları açığa çıkardığı, insanları bilinç altında korkuttuğu tespit edilen bir renk. Birçok intihar vakasında insanların tüm eşyalarının mor olduğu gözlenmiştir.

Mor renginin bazı farklı tonları başkaldırmayı da simgeler. Punk müzik gruplarının vazgeçilmez rengidir. 60'lı yıllarda tüm dünyada bir hippi akımı olmuştur. İnsanların 68 kuşağı olarak adlandırdıkları  veya ünlü deyiş "savaşma seviş"i dünyaya kazandıran Çiçek Çocuklar modası diye de bilinir. O döneme ait hangi resme baksanız mor giyinmiş birilerini mutlaka görürsünüz. 

Beyaz: Beyaz istikrarı, devamlılığı ve temizliği simgeler. Beyaz elbiseler o kişinin temiz olduğu izlenimini verir. Beyaz renkteki herhangi eşyalar içimizde nötr duyguların oluşmasına sebep olur. Yani ne severiz ne de sevmeyiz. 

Doktorlar, eczacılar ve aşçılar her zaman beyaz giyinirler. Bu onları temiz hissetmemize yol açarken bir yandan da onlara güven duymamızı da sağlar. İnsanlar evlerinde genellikle renkli yatak örtüleri ve masa örtüleri kullanırken otellerde ve benzeri yerlerde kullanılanlar daima beyazdır. Genellikle kimse bu durumdan şikayet etmez çünkü nötr duygular buna izin vermemektedir.

Sarı: Belki de etkisi en az bilinen renktir. Geçiciliği ve dikkat çekiciliği temsil eder. Sembolizmde Sarı ölüm ve geçicilik demektir. Bütün dünyada taksiler sarıdır. Bunun nedeni geçici olduğu bilinsin ve aynı zamanda dikkat de çeksin diyedir. Araba kiralama firmalarının logoları sarı olur genellikle.

Hiç bir banka logosunda sarı rengini kullanmaz. Çünkü paranın geçici değil kalıcı olmasını isterler. Ülkemizde Vakıfbank bu duruma istisnai bir örnektir. Dünyaca bilinen para transfer firması Western Union logosunda sarıyı çok başarılı bir şeklide kullandığını görürüz. Mesaj gayet açık ve nettir "Paranızı geçici olarak alıyoruz ve iletiyoruz".

Mavi: İnsan bedeni üzerinde pozitif etkisi en fazla olan renktir. Mavi kozmik bir renk olarak kabul edilir; sonsuzluğu, otoriteyi ve verimliliği çağrıştırır. Sigmund Freud Maviyi okyanussal, sakin diye niteler. Faber Birren ise tansiyonu düşürdüğünü söyler. Araplar ise mavi taşların, firuzenin kanın akışını yavaşlattığına inanırlar. İnsanları pozitif düşünmeye yönlendirir. Nazar boncuğu o yüzden mavi taşlıdır. Sakinleştirici bir renktir. Bazı ülkelerde sakinleştirici etkisi yüzünden intiharları azaltmak için köprü korkuluklarını maviye boyarlar.

Amerika'da bir ilkokulun duvarlarını beyaz ve portakal renginden, maviye çevirmişler, çocukların notlarının yükseldiğini ve yaramazlıklarının azaldığını tespit etmişler.
Dünyadaki firmaların yarısından fazlası logolarında maviyi kırmızıya kıyasla daha çok kullanmaktalar. 

Hilton, amblemini sonradan koyu maviye çevirirken, insanların kafasında daha büyük bir kuruluş imajı oluşturacağını biliyordu. Aynı şekilde Bili Clinton büyük jüri'ye ifade vermesinden önce mavi kravat takarak daha inandırıcı olacağını ve kendisi hakkında insanların olumsuz düşüncelerden uzaklaşacağını biliyordu.

Mavi, yeme içgüdüsünü azaltan bir renktir. O yüzden fast-food zincirleri içeride mavi hiçbir şey kullanmazlar. Tüm diyet ürünler mavi yazı ve logo kullanırlar. Süt ve süt ürünleri de sağlıklı şişmanlatıcı olmadıklarını anlatmak için maviyi özellikle tercih ederler.

Marie Clarie dergisi de yaptığı bir araştırmada ilginç bir şekilde mavi basılan kapaklarının en çok satan sayılar olduğunu tespit etmiş. Mavinin en önemli özelliklerinden birisi de çok uzaklardan farkedilebilmesidir.

Mavi'nin teskin edici etkisinden dolayı doktorlar ameliyatta mavi cerrah elbiselerini giyerler. Normal mantıkta elbiseye bulaşan kan rengini kamufle edeceği için kırmızı elbise düşünülmesi gerekirdi. Elbetteki bu renk hastanın kan dolaşımını ve tansiyonunu olumsuz yönde etkileyecekti.

Çarşamba, Aralık 07, 2011

Mohsen Namjoo

İranlı muhalif söz yazarı, besteci ve halk ozanıdır. 4 oktavlık ender sesiyle dünyanın en iyi erkek seslerinden biridir.

"O İran'ın Bob Dylan'ıdır, Müziği ise Acem-Blues'dur.." -Newyork Times


Mohsen Namjoo 1976 yılında Horasan’ın Turbet-i Cam şehrinde dünyaya geldi. Türkler, Farslar ve Kürtlerin içiçe yaşadığı bir bölge olan Horosan ayrıca Horosan Erenleri olarak bilinen, Anadolu'nun ve Balkanlar'ın İslamlaşmasını sağlayan dervişlerin de ana vatanıdır.

Henüz 12 yaşında iken babasını kaybetti. Ailesinin ekonomik durumu iyi değildi. Aynı yıl annesi ve abileri onu yatılı olarak müzik eğitimi verilen bir okula göndermek zorunda kaldı. Burada büyük üstad Nasrullah Nasihpur tarafından keşfedildi ve geleneksel İran müziği ve İslam edebiyatı ile ilgili eğitimler aldı.

Nasrullah Nasihpur'un himayesinde müzik ve edebiyatla iç içe bir okul hayatı oldu. Ancak aile üyeleri Mohsen'in profesyonel müzikle uğraşmasını istemiyorlardı.

Mohsen Namjoo ailesine rağmen profesyonel olarak müzik yapmaya karar verdi.

Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisans eğitimi için müzik bölümünü seçti. Burada ağırlıklı olarak müzik ve tiyatro eğitimi aldı. Üniversitedeki klasik ve baskıya dayalı öğretim sisteminden memnun değildi. Klasik, geleneksel İran müziği ile yakından ilgilendikten sonra denemelere başladı ve bu geleneksel müziği modern enstrümanlarla birleştirip sentezler ortaya çıkardı. Farklı müzik türlerini de başarıyla geleneksel İran müziğiyle birleştirdi ve eşsiz sesiyle yorumladı. Sonuç olarak ortaya çıkan tür alışılmadık ve geleneksel İran müziğinden çok farklıydı.

Bu çalışmaları muhafazakar üniversite yönetimi tarafından kabul görmedi ve çok sık zorluklarla ve engellemelerle karşı karşıya kaldı. Onlarca kez uzaklaştırılma cezası verildi. Defalarca gözaltına alındı. İran müziğini alışılmamış bir şekilde uygulaması ve şarkılarının değişik tarzı nedeni ile henüz üçüncü yılında üniversiteden atıldı.

Üniversiteden atıldıktan kısa süre sonra Tahran'da üç konser verdi. 4 oktavlık müthiş sesiyle kısa sürede tüm Tahran Mohsen Namjoo'nun müziğinin etkisi altında kaldı. Şarkılarında rejim karşıtı sözler dikkat çekti. Önlemez bir şekilde ünü Tahran dışında da dalga dalga yayıldı. Onun adı ve müziği baskı rejimi altında ezilen İran halkı için umudun sembolü haline geldi. 

Konserlerinde söylediği şarkılar bazı gönüllüler tarafından çok kötü denilebilecek tekniklerle kayda alındı ve kopyalandı. İran halkının Mohsen Namjoo'nun şarkılarını dinleyebilmesi için başka bir yol yoktu.

Pek çok insan tarafından sevilerek dinlendi. Sevmeyenlerde oldu. Bazı aşırı sağcılar onu munafık ve rejimin bir numaralı düşmanı ilan etti. 

Artan baskılardan dolayı daha sonraları ülkesini terk etti.


Kuran'a hakaret ettiği ileri sürülerek 2009'da İran yönetimi tarafından 5 yıl hapis cezası verildi. Konu edilen bu hakaret aslında bir kaç şarkısında Kuran'daki ayetlerden alıntı yapmasından ibaretti. Bu sebepten İran'a dönememektedir kendisi. 

İran'da halen Mohsen Namjoo albümlerinin satılması, çoğaltılması veya dinlenmesi yasaktır. Bu resmi olarak suçtur.

Yaptığı müzik türü hakkında Namjoo’nun kendi yorumu müziğinin ‘sentez’ olduğu yönündedir. İran ve Batının farklı müzik tarzlarını birleştirip yorumlamasının yanında şarkılarda kullandığı İran şairlerinin şiirleri ile de etkileşim içinde olmuştur.

Eserlerinde Hafız'dan, Mevlana'dan, Ferîdüddîn-i Attâr'dan, Baba Tahir Üryan'dan, Sadi Şirazî'den ve Şems'den etkilendiği görülür.


Şu an yaşamını Amerika'da sürdürmektedir. İranlı yönetmen Torang Abedian ile evli.





Pazartesi, Aralık 05, 2011

Kazaklar - Tolstoy



Kazaklar (Казаки), yazar Lev Tolstoy'un ilk kez 1863'de basılan ünlü bir romanıdır. Tolstoy'un ilk eseridir.



Kazaklar; kültürel çatışmalar, zor koşullar ve umutsuz bir aşk hikayesi
Olenin 24 yaşında bir zengin çocuğudur. Çok özgürdür. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Eğlence, içki, kumar ve kadın peşinde sefil bir ömür sürmektedir. Yazar ve eleştirmen de (kitabın başında Orest Miller’e ait makalenin çevirisine bakınız) buna “özgürlük” demektedir. Oysa bu gencin belli bir hedefi, belli bir amacı yoktur. Onun için de varlık içinde her türlü pis hayatı özgür biçimde yaşamış olduğundan kendisini hep boşlukta hissetmektedir. 



Nihayet bir hedef belirlemiştir: Yedek subay olarak Kafkasya’ya gitmek…

Moskova’dan atlı arabaya binerek ayrılır. Stavropol’a atlı kızakla yoluna devam eder.

Romanın ilk üç bölümü Moskova – Kafkasya yolculuğu – Olenin’in hayalleri üzerine kurulmuştur. IV-X bölümleri ise Greben Kazaklarinin yerleşimi, hayati ve sürekli “düşman” olarak anılan Çeçenlerle ilişkileri üzerine geliştirilmiştir. Greben Kazaklarının merkezi Novomilinskaya kasabasıdır. Bu kasabada daha sonra Oleninle sürekli ilişkide bulunacak olan Maryanka, annesi Ulitka Teyze, 20 yaşındaki Kazak genci Lukaşka, Kazak yaşlısı Yeroşka Amca, Lukaşka’nın asker arkadaşı Nazarka vs. doğal hayat sınırlarında bizlere anlatılarak tanıtılır.


Olenin Groznaya’daki Kafkas Piyade Alayına yedek subay olarak atanmıştır. Bu alaya ait iki birlik Terek Kazaklarının (Greben Kazakları) merkezi olan Novomilinskaya kasabasında görevlendirilmiştir. Olenin bu kasabada atanan ve öğretmen olan 45 yaşındaki İlya Vasilyeveç’in evine yerleşmiştir. Evin hanimi Ulitka Teyze, Ilya Vasilyeveç’in eşidir ve yaşça da büyüktür. Kızları da Maryanka’dır. Olenin, ikamet ettiği Ulrike Teyze ve Maryanka tarafından önceleri soğuk karşılanır. Ona Yeroşka Amca yakınlık gösterir. Birlikte ava giderler, çihir içerler. Olenin de bu yaşlı Kazakla anneyle kıza yaklaşmaya çalışır, ama başarılı olamaz. Bu arada Lukaşka, Terek Nehri’nden geçmeye çalışan bir Çeçen abreki öldürünce (IX. Bölüm) arkadaşları arasında ve kasabada şöhreti de artmıştır. Olenin’in tek başına ormana gitmesi ve avlanması XXI. Bölümde anlatılır. Yolu Nizhni Prototskiy karakoluna düşer. Onun bu avlanma olayı öldürülen Çeçen’in karakola getirilmiş olduğu geceye rastlar. Lukaşka’yı karakolda sağlam yapısı, pervasız duruşu ile görür. Devamı olan bölümde Olenin Lukaşka’ya bir at armağan eder.





Lukaşka zaman zaman kasabaya gelerek eğlenir, Maryanka ile görüşüp fısıldaşır. Buna tanıklık eden Olenin Maryanka’ya karşi ilgi gösterirse de yaklaşmaya cesaret edemez. Fakat Moskova’dan tanıdığı Beletskiy de macera olsun diye yedek subay olarak Novomilinskaya kasabasına gelir. Olenin’in Moskova’dan arkadaşıdır. Ustenka’nın evine yerleşir. Girişkendir. Kasabalıya kendisini kısa zamanda sevdirir. Ustenka’nın evinde iki genç subayla Kazak kızları bir parti düzenler (XXV. Bölüm). Devam eden bölümlerde Olenin, Maryanka’yı sevdiğini söyler. Aralarındaki ilişkide bir açılma olur. Kız da ilgisiz kalmayacağını belirtir. Ancak romanın IX. Bölümünde öldürülen Çeçen’in kardeşi ile arkadaşları intikam için kasaba civarına gelmişlerdir. Bu haber üzerine Kazak gençleriyle Lukaşka onları aramaya başlarlar. Aralarında çatışma çıkar. Çeçenler öldürülür, ama Lukaşka da çok ağır yaralanır. Bu hadise üzerine Maryanka Olenin’i adeta kovar. Olenin de kasabadan ayrılır. Yeroşka Amcadan başka onu uğurlayan olmaz.
LEV NIKOLAYEVIC TOLSTOY
1828 - 1910